15 Temmuz 2020 Çarşamba

psikedelik bir döngü

Bazen odamda yattığım sıradan bir gecede birden kapımın açılmasını diliyorum
Gelenin bir melek olmasını ve ruhumu alıp uzaklara götürmesini istiyorum
Hiç keşfetmediğim yerlere götürsün beni, arındırsın zihnimi
Bazen çok çaresiz hissediyorum bunları düşündüğüm için
Fakat sonra
her şey renkleniyor birdenbire
kaktüsüm bana derdini anlatıyor dinliyorum zevkle
kilim motifleri hareket ediyor öylece ahenkle
hayranlıkla bakakalıyorum şahit olduğum bütün bu olan bitenlere
dünya benim, doğayı hissediyorum, evren benim içimde
odama gökkuşağı doluyor ayrıştırıyorum hepsini renklerine
keçi kafalı bir kuş uçuyor kafamın üstüne
kahkaha atıyorum bir aynanın önünde
bütün damarlarımı görüyorum derim yok olmuş
hissediyorum içimde akan kanı
ben doğan güneşim, ben batan ayım, ben kararmış bulutlarım
ben yağmur damlasıyım, ben kar tanesiyim, ben ceviz büyüklüğündeki doluyum
dünyada olup biten her şeyi duyuyorum, her şeyi hissediyorum, her şeyi okuyorum, her şeyi kokluyorum, her şeyi görüyorum
ben bu dünyadaki her şeyin içindeyim
ben her soyut kavramın tanımıyım
ben üstün insanım
ben ölümsüzüm
ben tanrıyım

.
.
.
hayır
.
.
.
Ben bir gün öleceğim
Bir gün yok olacağım
Kıyamet bir gün kopacak ve dünyevi her şey yok olacak
Hepimiz toz olacağız uçup gideceğiz
Fakat bir gün tekrar birleşeceğiz
Başka bir evrende buluşmak için
Tekrar hayata dönmek için
.
.
.
Hayır
.
.
.
Çok hayalperestim bazen
Gerçekte olamayacak şeyleri düşünüp üzülüyorum
Keşke bu gerçeklikten başka bir gerçeklikte yaşasam
Başaramıyorum hiçbir şeyi
Gözlerimi kapatıyorum bir şeyler görmek için
Ve odamda yattığım sıradan bir gecede birden kapımın açılmasını diliyorum

9 Temmuz 2020 Perşembe

un film devrait être sur sentiments. un film devrait me faire écrire un poème.

sinema hisler üzerine olmalı. bir film bana bir şeyler hissettirmeli. acı, hüzün, huzur. bir şeyler. bazen her şey anlamlı olmak zorunda değil. her şey mantıksal olmak zorunda değil. sadece birtakım görüntüler ve onun izleyicide yarattığı etkileri.

bir yaz akşamı serinliğinde dalgalar eşliğinde sahilde koşturmak. gece ikide çıkılıp sabah sekizde dönülen gece yolculuğu. güneşin doğuşuna bizzat tanıklık etmek. sağanak yağmurlu bir havada boş sokaklarda koşturmak. güneşin batmak üzere olduğu saatlerde kimsenin olmadığı ağaçlık bir alanda çimlere uzanmak. ayrılıklar. beraberlikler.

bir filmi düşündüğümde tüylerim diken diken olmalı. gözlerim dolmalı belki, belki de buruk bir gülümsemeye sebep olmalı yüzümde.

bir film bana şiir yazdırmalı.

7 Temmuz 2020 Salı

Dört Duvar Arası Reenkarnasyon

Parmak uçlarımı nemli duvarın çıkıntılarında gezdirirken hangi ayda olduğumuzu tahmin etmeye çalışıyordum. Bir kıyı şehri sınırları içinde olduğumu biliyordum ve burada kış mevsimi şiddetli geçmezdi. İçerisi kimi zaman terletecek kadar sıcak olurken kimi zaman incecik örtümü boynuma kadar çekmeme sebep oluyordu. Belki ağustostayızdır. Belki de sonbaharın o tatlı esintili başlangıç günlerini yaşıyoruzdur.

Keşke zaman kavramımı yitirmeseydim. Buradan ne güneşin doğuşunu görebiliyordum ne de batışını. Sahi, saat kaçtı? Belki de gecenin ortasında uyanıvermişimdir, insanlar sıcacık yataklarında bilinçaltlarına hapsettikleri gizli tutkularıyla savaş verirken ben burada delirmişçesine kendi kendime konuşuyorumdur. Bu yüzden her şeyimi yemeğimin geliş saatlerine bağlamıştım. Eğer biraz daha doyurucu bir yemek verilirse bu akşam yemeğiydi. Eğer sadece kuru ekmek verilirse bu kahvaltı demekti. Fakat ne kadar uyuduğumu ve sonraki yemeğin ne zaman geleceğini bilmiyordum. Daha sonrasında karnımın beni bir şeyler yemem konusunda azarlamasıyla epeydir aç kaldığımın farkına vardım.

Sahi, saat kaçtı?

Her uyanışımdan sonra bu soruyu kendime sormak beni zihnen çok yoruyordu. Güneşin doğuşunu özlemiştim. Güneş ışınlarının tenimin üzerinde dans etmesini; gözlerimin ise Güneş’in doğuşunun yarattığı harika manzarayı kaydetmesini istiyordum.

Ama sonuç olarak yaşımı dahi hatırlayamıyordum. Zavallı.

Gıcırtılı ranzadan indim ve soğuk mermerin üstüne oturdum. İçimden ağlamak geliyordu. Hayal meyal hatırladığım bir şeyler vardı: Eğer ağlayacaksam hep sessizce ağlamam. Birinin beni duymasını, bana derdimi anlattırmalarını istemezdim. Birilerine bir şey açıklamak beni çok yoruyordu. Sanırım bu sefil yerin tek avantajı bu olsa gerek: Özgürce ağlayabilmek. Hıçkıra hıçkıra. Beni duyan kimse yok, umursayan da. Hayatım boyunca böyle biri olmak istedim. Toplumun dışına atılmış, umursanmayan biri. Kimse beni fark etmesin, adeta görünmez bir şekilde karışayım istiyordum insanların arasına. Dileğim yarı yarıya gerçekleşmişti. Artık fark edilmiyor ve umursanmıyordum ancak toplumun dışına en ağır şekilde atılmıştım.

En kötüsü ise burada intihar da edemiyordum. Bomboş ve küçük bir odaydı burası. İç boğucu, kasvetli bir ortam hakimdi. Kimi zaman çalışmayan, kalitesiz, titrek ışıklı beyaz renkli bir ampul... Çalışmadığı zamanlar mutlu oluyordum, karanlıkta olmak hoşuma gidiyordu. Sanki bir hiçliğin ortasındaymışım ve her şeyden kurtulmuşum gibi hissettiriyordu. Sanki o karanlığın içinden biri gelip beni alacakmış, beraber gökyüzüne yükselecekmişiz gibi. Dünyaları, evrenleri aşıp başka bir boyuta seyahat edeceğiz ve ben bambaşka bir bedende yeniden doğacağım. Bu rutubet kokan yerden kurtulacağım.

Ama ışığı kendi irademle kapatamıyordum.

Birden zangır zangır titremeye başladım. Bu hissi sebepsizce sevmiştim. Vücuduma birkaç saniye aralıklarla hâkim olan bu titreme, ayak uçlarımdan başlayıp boynuma kadar devam ediyordu.

Uykum iyice açılmıştı. Öksürmeye başladım. Soğuk zeminde oturmak iyi değildi. Bu yüzden soğuk zeminden kalkmadım. Hatta pozisyonumu değiştirip sırt üstü yatmaya başladım. Tavanı seyrediyordum. Belki birkaç aydır, sadece bunu yapıyordum. Düşüncelerimde bir yolculuğa çıkıyordum. Sonu olmayan bir yolculuktu bu. Düşünmeyi düşünüyordum. Bazen Tanrı’yı düşünüyordum. Bazen zulüm gören hayvanları, bazen ise zulmeden insanları. Bazen ölümü, bazen kimliğimi yitirişimi. Yalnızdım ama düşüncelerim vardı en azından. Düşünebiliyordum. Bazen çok düşünmek beni rahatsız ediyordu ama tek aktivitemdi bu.

Kimdim ben?

Belki birinin en sevdiği biriydim, belki birilerinin en büyük nefreti. Burada niye olduğumu bile hatırlayamıyorum. Belki yemeklere bir şey katıyorlardır. Paranoyaklaştım galiba, diye düşündüm. Deliriyordum. Zaten aksi mümkün olamazdı bu dört duvar arasında. Kahkaha attım, kulaklarıma geri döndü saliseler içinde. Çığlık attım sonrasında. Elimi yumruk yapıp duvarda sürtmeye başladım. Odada tur atarken ellerim duvarda dans ediyordu. Kanlar içinde. Elimi aniden çektim ve yaraya bakmadan yere çömeldim. Bir kan damlasıydı yerdeki. Damlaya eğildim ve dilimle değdirdim. Pek tadından bir şey anlamadığım için elimdeki yarayı emmeye başladım.

Kapı açıldı. Hemen kafamı çevirdim. Aynı kişiydi. Simsiyah giyimli, yüzünde siyah bir maske. Elinde bir ayna vardı, yavaşça çömelip yere bıraktı ve gitti. Aynaya korkarak yaklaştım, fakat çok geçmeden hemen geri çekildim. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Kendimi unutmuştum, kendi bedenim zihnimden silinmişti. Tanıdığım insanların yüzlerini unutmuştum. Dış dünyayı unutmuştum. Ağlamaya başladım. Duvarın köşesine dayandım ve yere tekrar çömeldim. Neden bir ayna getirdiklerine anlam verememiştim.

Yavaşça doğruldum ve duvardan destek alarak, odanın kenarlarından aynaya bakmaya çalıştım. Biraz pis ve lekeliydi. Tavandaki rutubetleri net görebiliyordum yine de. Kendimi göremeyecek şekilde aynaya uzaktan eğildim. Sıkıca kavradım, fakat aynanın yüzü hâlâ tavana dönüktü. Korkuyordum ama neyden korktuğumu bilmiyordum. Belki kendimle yüzleşmekten korkuyordum. Geçmişimle, önceden olduğum kişiyle. Belki de buraya içten içe bağlanmıştım. Bu sefil durumuma alışmıştım ve eski kendimi hatırlamak istemiyordum. Çünkü eğer hatırlarsam her şeyi, o zaman başka bir uğraşım kalmazdı.

Aynayı bıraktım. Yere doğru yolculuğunu anbean seyrettim. Odanın her köşesine camlar saçıldı. Küçük bir tanesi bacağımı kesti bile.

Büyükçe bir parçayı elime aldım. Dişlerimi sıktım. Çenem titremeye başladı, belki gerginlikten. Bunu gerçekten yapmak istiyor muydum?

Evet.

Cam parçasını o kadar sıkı kavramıştım ki köşeleri elime batmıştı. Birden zihnimdeki karar merciiyle tartışmayı bırakıp gerçekliğe döndüğümde acıdan çığlık attım. Fakat aynayı bırakmadım. Elime saplanan parçaları çıkarttım. Bu kadar psikolojik acıya katlandıysam buna da katlanırım, diye düşündüm. Derin bir nefes aldım. Bu nefesin bir önemi vardı. Çünkü bu son nefesim sayılırdı. Cam parçasıyla hızlı bir hareket yapıp boğazımı kestim. İnanılmaz bir acı hissediyordum. Kanlar fışkırmaya başladı boynumdan. İnanılmayacak derecede kan şelalesi akıyordu. Panikledim birden, elimle durdurmaya çalıştım. Dizlerimin üstüne düştüm. Ayna hâlâ elimdeydi. Kendime baktım. Her yer bulanıklaşıp kararmaya başladı. Yere yığılmıştım. Aynada gördüğüm şey ben olamazdım. O çirkin şey ben olamazdı. Ne oldu bana? Ne yaptılar? Neden?

Ayna katilimdi. Aynadaki bendim. Bunun farkına geç vardım. Kendimi öldürmüştüm.

Artık her şey karanlıktı. Bekledim. Birinin gelmesini, bana elini uzatmasını, beraber göklere yükselmemizi, evrenleri aşıp başka bir boyuta seyahat etmeyi, başka bir bedende yeniden doğmayı, bu rutubet kokan yerden kurtulmayı. Çok bekledim. Ama bir daha karanlık yerini asla aydınlığa bırakmadı. Ben yine de bekleyeceğim. Beni bu dört duvar arasında yaşatan şey umuttu. O umudu asla kaybetmeyeceğim. Cenin pozisyonu aldım. Ve bekledim.

bir çığlık atsam düzelecek gibi

bir şey var ciğerlerimin üstünde tam
nefes alıyorum yetmiyor
nefes alıyorum sanki boğulacağım
incecik kemiklerim paramparça oluyor hissediyorum
hislerin ağırlığı altında eziliyorum
8.05.2020

5 Temmuz 2020 Pazar

tokyo sokaklarında ölmek istiyorum

tokyo sokaklarında kaybolmuş bir ruh gibi
gezinmek istiyorum öyle başıboş
neon tabelaları göz kapaklarımda hissetmek
renkli caddelerin altına gömülmek istiyorum kimi zaman

yüz ellinci kattaki bir duvarı camdan oluşan küçücük bir otel odasına yüzlerce dolar vermek
kulaklığı takıp seksenlerden kalma elektronik müzik dinlemek istiyorum
camdan aşağı bakmak başımı döndürmek ya da
loş ışıklar altında hayaller kurmak istiyorum

kiraz ağaçlarını görmek belki de
japonya’nın pembe renkli parklarına gitmek
yüz yaşına basmış hiroşimalı bir ihtiyarla
ikinci dünya savaşını konuşmak istiyorum

yapay zekaya sahip işçi bir robotla tartışmak
bir robot fuarına gidip teknolojinin geldiği noktadan korkmak istiyorum
bir bilim kurgu klasiği okuyup otel odamda
kafamda türlü türlü distopyalar yaratmak istiyorum

birkaç pozu kalan tek kullanımlık fotoğraf makinemle
hiç tanımadığım japonları çekmek
onları bir yabancının fotoğraflarında ölümsüzleştirmek
filmi yıkatıp asla geri almamak istiyorum

kulağa çılgınca geliyor biliyorum
böyle garip planlar yapmak çılgınlıklar yapmak istiyorum
kilometrelerce uzakta yalnızım bir başıma ne japonca biliyorum ne ingilizce
tokyo sokaklarında ölmek istiyorum
24.05.2020

vasıfsız bir kişinin işe gitmeden önce aklından geçenler

hiçbir yere ait değilim ben ne oraya ne buraya
süzülesim var uzay boşluğunda
hiçbir şey yapmadan zaman mekan algımı yitirmek
her türlü dünyevi şeylerden uzak bir an
bunu düşünmek bile kafamın içinde çiçek açtırır mutluluktan
fakat sonra gözümü açarım ve gerçekliğin tam ortasındayım
hayat akıp gidiyor ve ben olduğum yerdeyim
heykel gibiyim öyle duruyorum hareketsiz
gittiğim geldiğim gideceğim yönü bilmeden yaşıyorum
neden yaşadığımı bilmek istiyorum
et olasım var toprağın altında böceklenmiş bir et
almış birileri gömmüş eti bırakmış öyle kimsesiz
neden bilmiyorum ama işte öyle amaçsız olasım var
keşke başarabilseydim hayatı anlamaya çalışmamayı
keşke başarabilseydim hayata hemen ayak uydurabilen biri olmayı
keşke düşünme yetim olmasa bir sabah uyandığımda
iradesiz akılsız devasa bir fil olsam çölün ortasında
belki daha mutlu olurdum o zaman kim bilir
belki süzülen biri olabilirdim uzay boşluğunda tek başıma
ya da toprağın binlerce kilometre altında böceklenmiş bir et
4.05.2020

gökkuşağının altında katil olan binalar

pespembe bulutların ardına saklanan uzaylılar
uğultulu bir sarsıntı yaratır körpe yeryüzünde
gökkuşağına teslim olurken toz bulutları
kırık binaların tatlı karanlığına saklanırız

saatler geçer ses tellerim solgunlaşır
üstümdeki ağırlık iyice çöker incecik bedenime
artık hissedemiyorum hiçbir şeyi ve kaybediyorum bedenime hakimiyeti
uykunun renkli kollarına bırakıyorum kendimi ve aydınlanıyor her yer
bulutlara yolculuk yapıyorum ardıma bile bakmadan
birini arıyorum herhalde burada yaşıyordur:

bana anlatılan biri vardı bulutların tepesinde yaşarmış
görürmüş yerde olan biteni benim haberim olmadı
kimse kurtarmaya gelmedi beni gökyüzüne yükselirken çürük ruhum
bir kez daha büyüklere inanmamam gerekirmiş bunu anladım

bilincime yükselen şifalı bir ışığı hissediyorum göz kapaklarımın tepesinde
ruhum arınıyor kanatlarımı hissediyorum uçuyorum gökyüzünün de üstünde
“hoş geldin,” diye fısıldıyor bir şey beynimin ta içine “git, keşfet ruhunun sonsuz köşelerini”
dediğine anlam veremiyorum
daha çocuğum ben gökkuşağından aşağı kaymak istiyorum
5.05.2020

yanardağ patlamış ve papağanlar istila etmiş her yeri

bir papağan tüyü geliyor ağzıma büyükçe, yeşil bir tüy
çıkaramam ağzımdan çoğu zaman
tükürsem ne kadar uğraşsam olmaz
gökten papağan yağıyor kimse görmüyor renkli renkli papağanlar
sorgulayamıyorum hiçbir şeyi artık her şey normal bana
herkes söyler aynı şeyi aynı şeyi aynı şeyi
onun cezası bu papağanlar ne de olsa tanrı bizi helak edecek derler
helak olduk tanrı bizi helak etti nasıl olduysa

bir yaz günü asfalt eriyor ağzımda asfalt tadı
asfalta yapışmış renk cümbüşü görüyorum anlamsız her şey
gökten papağan yağıyor kimse görmüyor renkli renkli papağanlar
delmiş bulutları yağıyor yağmur gibi çarpıyor yerlere
kimse kaldırıp bakmıyor başını ne oluyor diye -ki ben bakıyorum da ne oluyor
herkes söyler aynı şeyi aynı şeyi aynı şeyi
onun cezası bu papağanlar ne de olsa tanrı bizi helak edecek derler
helak olduk tanrı bizi helak etti nasıl olduysa
4.05.2020

25 nisan 2021 pazar

geçen oturup eski müziklerimi dinledim. bir şeyler üretemediğim zamanlarda yaparım bunu. ilham bulmama yardımcı oluyor, "bak, kaan, ayl...